Hac farizası için hedefledikleri vakit gelir ve yedi arkadaş kutsal yolculuk için hazırdırlar. Yol uzun ve meşakkatli; “Gidip de gelmemek var, gelip de bulmamak var” diyerek Girenes Vadisi’ndeki köylerde bulunan, uzaktan yakından, eş, dost, büyük küçük, tüm akrabalar ziyaret edilir ve helallikler alınır. Veda günü geldiğinde vadideki ahali toplanır, kalben samimi olarak kutsal toprakların yolcularına gözyaşları içerisinde sarılırlar ve birbirlerinden karşılıklı dualar istenir. Ahali, Vadinin tepesinde bulunan “bel” olarak tanımlanan köylerin ufuk noktasındaki boğaza kadar yolculara eşlik ederler. El veda diyerek gözyaşları içerisinde eller son kez sallanarak, dualar eşliğinde Alanya istikametine giden kervan yoluna doğru yolcular uğurlanır. Her vedanın hüzünlü olması gibi, sevdiklerine veda eden 7 arkadaşın ağzını bıçak açmaz, birbirleri ile dahi hiç konuşmadan bir saat yürürler, Yel Köprüyü geçtikten sonra aşina oldukları dağlara dönüp bir daha bakarlar ve bir elveda da dağlara çekerler.
Yolcular akşama Alanya Kuyularönü mevkiindeki hana gelerek istirahate çekilirler. Alanya’daki hayırseverler tarafından misafir edilip ikramda bulunurlar. Alanya’daki hacı adayları da bir gün sonra yola çıkacaklardır. Çevre köylerden gelenlerle beraber bir gün sonra hacı kafilesi Alanya’dan da dualar eşliğinde uğurlanırlar. Tabi o zamanlar, uçak yok, araba yok, tren yok. Sadece kervan veya ipek yollarından yürüyerek yolculuk yapmaktan başka çare yoktur. Alanya kafilesinin yükleri develere yüklenir. Para pul, altın gibi kıymetli eşyalar en güvenli yerlere gizlenir. Üzerlerine aldıklarını bile kaybolursa hepsi kaybolmasın diye, farklı ceplere koyarlar. Çünkü parayı göndermek için banka gibi bir kurum henüz yok o tarihlerde, yanında ne götürebilirsen onlarla yetinmek zorundasın. Devir yol kesenlerin (haramilerin) çok olduğu eşkıya devri. Anadolu’da henüz Türk Birliği kurulmamış. Yolculuk boyunca küçük devletçiklerden ve beyliklerin hüküm sürdüğü ipek yollarından yolculuk yapmak zorundasın.
Alanya’dan yola çıkan kafile 10 gün sonra Tarsus konaklama yerine varır. Güvenlik için yol boyunca genellikle meskûn yerleşim yerlerinde konaklamayı ve geceyi geçirmeyi tercih etmişlerdir. Geceleyin kafile uykuya çekilince nöbet tutmayı da ihmal etmezler. Tarsus’ta iki gün istirahat edilir. Tarsus’ta kutsal mekânlar ziyaret edilir. Bilhassa halk arasında “yedi uyurlar” diye söylenen Ashâb-ı Kehf Mağarası ziyaret edilir. Ashâb-ı Kehf’in hikâyesi hacı kafilesine anlatılınca, Girenes Vadisinden yola çıkan yedi kişilik ekip arasında duygusal anlar yaşanır ve geçmişte ne güzel gençler varmış diye onların samimiyetine imrenerek bakmışlar ve onlar gibi samimi iman etmek için dualar etmişler.
Burada Kuran-ı Kerim’de de geçen Ashâb-ı Kehf vakıasını da kısaca anlatmak da fayda görüyorum. Hz. İsa (A.S) kendisine Yüce Allah tarafından Cebrail (A.S) vasıtasıyla indirilen İncil kitabının, dini hükümlerini tebliğ etme vazifesine başladığı zaman, her devirde olduğu gibi kendisine inananlar da oldu, inanmayanlar da oldu. Hz İsa’nın doğumu Miladi takvime göre 0 (sıfır) yılı olarak kabul edilir. 30 yaşında Peygamber olduğuna göre, M.S. 30 yılında Hz İsa (A.S) tebliğ görevine başlamıştır. Her peygamber de olduğu gibi Hz. İsa (A.S) da çok sıkıntılar çekmiştir. Üç yıl tebliğ görevi yaptıktan sonra, bizim inancımıza göre de; Zor durumda kaldığı bir zaman diliminde Allah tarafından göğe yükseltilmiştir.
12 havarisi de yeryüzüne dağılarak, onun dinini yaymaya çalışmışlardır. O devirlerde genellikle krallıklar hüküm sürmektedir. Manevi ve dini inancı olmayan krallar, maalesef kendilerinin de fani ve aciz bir kul olduklarını unutup, tebâsına karşı “ilahlık” taslamaları hep anlatılagelmiştir. Tebâsına karşı haşa, “sizi ben yarattım, size yiyeceklerinizi ben veriyorum, bana inanıp bana secde edeceksiniz” diye halkına zulümler yapan kralları çok duyduk ve okuduk. Yine o tarihler de, Hz İsa (A.S) semaya yükseltildikten sonraki devirlerde Tarsus Bölgesi’nde “Dakyanus” diye halkına karşı ilahlık taslayan bir kral varmış. Sarayında bilhassa saray çalışanlarına sizleri ben yarattım, sizler benim kulumsunuz, istediğim zaman cezalandırır, istediğim zaman mükâfatlandırırım. İstediğimin canını alır, istediğimi affeder yaşatırım gibi akla hayale sığmayan kibirli hezeyanları halkın üzerine kâbus gibi çökmüştür.
Ancak kendi sarayında memur olarak çalışan birisi de yeğeni altı genç Dakyanus’un akla zarar hezeyanlarına pek aldırış etmezler. Hz İsa (A.S) getirdiği dini üzerine amel ederler, inançlarını yaşarlar. Kapalı bir oda da ibadet vakti geldiğinde sırayla ibadetlerini yaparlar, Allah’a secde ederler. Allah’ın dinini birbirlerine anlatırlar. Ancak her sarayda olduğu gibi, Dakyanus’un da dalkavukları vardır. İnanmış gençleri gizli gizli takip edip, onları dinleyerek anında Dakyanus’a bilgileri ulaştırır. Dakyanus, en çok yeğenine kızar, inandığınız davadan vazgeçin, sizin ilahınız benim yoksa sizi cezalandırırım, idam ederim diye tehditler savurur ve huzurundan kovar. Dalkavuğuna takip ettirir.
Gençler bir odada konuşurlar; Biz sadece gerçek Yaratıcıya, Allah’a iman ederiz derler. Ölsek de bu davadan vazgeçmeyiz, ibadetlerimizi rahat yapalım deyip, Dakyanus’un sarayını terk edip, yarın sabah kaçalım diyerek karar alırlar. Dalkavuk sabah olunca, altı gencin kararını Dakyanus’a iletir ancak gençler Allah’a sığınarak çoktan kaçmışlardır. Dakyanus döneminin en modern atlı arabasını ve silahlarını alır, gençleri cezalandırmak, öldürmek için kaçtıkları tarafa yola koyulur. (DEVAMI YARIN)