“Bir öğretmen bir yıl sonrasını düşünüyorsa tohum eker; on yıl sonrasını düşünüyorsa ağaç diker; yüz yıl sonrasını düşünüyorsa insan yetiştirir.” Çinli bir düşünürün bu sözü, öğretmenliğin insanlık tarihi boyunca sahip olduğu hayati önemi vurgular. Bugün Türkiye’de uygulamaya konulan Yeni Akademi Sistemi de bu anlayışı güçlendirmek ve öğretmenlik mesleğinin niteliğini artırmak amacıyla tasarlanmış bir reform olarak sunuluyor. Ancak bu sistem, eğitimde kaliteyi artırmayı hedeflerken bir yandan da tartışmaları beraberinde getiriyor.

Yeni Akademi Sistemi, öğretmenlerin kariyer gelişimini düzenleyen ve sürekli eğitimi zorunlu kılan bir yapıya sahip. Öğretmenlere “aday öğretmen”, “uzman öğretmen” ve “başöğretmen” gibi unvanlar verilerek, hem akademik yeterlilikleri hem de mesleki deneyimleri doğrultusunda ilerlemeleri teşvik ediliyor. Bu yaklaşım, mesleki gelişimi özendirmesi açısından değerli görünse de eğitimde rekabeti artırabileceği ve öğretmenler arasındaki dayanışmayı zedeleyebileceği endişesini doğuruyor. Çünkü öğretmenlik mesleği, bireysel başarılardan çok, kolektif bir çabayla anlam kazanır.

Sistemin getirdiği performans değerlendirme uygulamaları ise en çok eleştirilen unsurlardan biri. Öğretmenlerin başarılarının, öğrenci performansına dayandırılması, sınıf içi uygulamaların yanı sıra akademik üretkenlik gibi kriterlerle ölçülmesi, nesnellik açısından soru işaretleri yaratıyor. Türkiye’nin farklı bölgelerinde, farklı sosyoekonomik koşullar altında çalışan öğretmenlerin aynı kriterlerle değerlendirilmesi, eğitimde eşitsizliğin derinleşmesine yol açabilir. Performans odaklı bu sistem, bir yandan öğretmenleri motive etmeyi amaçlarken, diğer yandan onların üzerindeki iş yükünü artırarak tükenmişlik hissine neden olabilir.

Bir diğer tartışmalı konu ise sürekli eğitim programlarının öğretmenler üzerindeki etkisidir. Hizmet içi eğitimlerin sıklığı ve içeriği, öğretmenlerin meslektaşlarıyla iş birliğini güçlendirecek bir alan yaratabilir. Ancak bu eğitimlerin zorunlu ve yoğun bir tempoda olması, öğretmenlerin asli görevleri olan sınıf yönetimi ve öğrenciyle birebir ilgilenme sorumluluklarını ikinci plana atma riskini taşıyor. Unutulmamalıdır ki, eğitimde öğretmenin öncelikli görevi, öğrenciye dokunabilmektir. Bürokratik ve teknik gereklilikler, bu asli görevi gölgede bırakmamalıdır.

Yeni Akademi Sistemi’nin en belirgin yönlerinden biri de kariyer basamaklarıyla maddi ve manevi ödüllendirme mekanizmalarıdır. Uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik gibi unvanlar, bazı öğretmenleri motive edebilir. Ancak bu sistem, öğretmenler arasında “başarıya ulaşanlar” ve “yerinde sayanlar” şeklinde bir ayrışmaya yol açabilir. Oysa Atatürk, “Eğitimde hedef, bilgiyi ve sanatı insan için faydalı hâle getirmektir” diyerek, eğitimin insan odaklı olması gerektiğini vurgular. Öğretmenlik, unvanlar ve ayrıcalıklarla değil, topluma olan hizmetin ortak bir amacı doğrultusunda icra edilmelidir. Bu nedenle, unvanların motive edici bir unsur olarak değil, öğretmenler arasındaki iş birliğini güçlendirecek bir araç olarak tasarlanması gerekir.

Sonuç olarak, Yeni Akademi Sistemi, öğretmenlik mesleğinde köklü bir değişim yaratma potansiyeline sahiptir. Ancak bu sistem, performans baskısını artırarak değil, öğretmenlerin çalışma koşullarını iyileştirerek ve mesleklerine duydukları aidiyeti güçlendirerek başarılı olabilir. Eğitimde kalite, sadece öğretmenlerin bireysel çabalarıyla değil, sistemin onlara sunduğu destek ve adaletle sağlanır.

 “Öğretmenler! Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır.”