Malan Koyağındaki köylerden gelen yedi hacı da, ailelerine ve sevdiklerine kavuşmak için en yakın yol olan, Taşatan Yolunu tercih ederler. Köyden ayrılalı sekiz ay geçmiştir. Mayıs ayının on beşinde veda ettikleri köylerine bir sonraki sene Ocak ayının yirmi dördünde dönmektedirler. Alanya’da havalar güneşli güzel, ancak Torosların tepesinde ve arkasında havaların nasıl olduğunu kestirmek zordur. Havanın durumunu tespit edecek bir teknoloji de yok. Sabah erkenden kervan yolundan yola çıkarlar. Yüksek kesimlere çıkınca havanın soğuk olduğu bazen fırtına bazen kar yağışı olduğunu görürler. Ancak vuslata ermek, sevdiklerine kavuşmak için her türlü zorluğa katlanırlar. Yel köprüyü geçerler, yoğun kar yağışı şiddetini artırır. Eğimli yolları yedi arkadaş hep beraber çıkarlar ve Tesbili Handa mola verirler. Hanın içinde ateş yakarlar ısınırlar. Girenes Vadisine oldukça yaklaşmışlardır. Bir kilometre tepeye kadar tırmanıp, köylülerin ve yakınlarının Mayıs ayında kendilerini uğurladıkları boğazı geçtikten sonra artık köylerine ulaşmanın çok kolay olduğunu düşünürler. Hiç düşünmezler tarihten buyana “bel” olarak anılan boğazları, tepeleri ve belenleri aşmanın tehlikeli ve zor olduğunu. Handan çıkarlar biraz tepeye doğru tırmanırlar, vakit akşam üzeridir. Fırtına, kardan göz gözü görmez. Ortalık buz, uzun yolculuklardan dolayı bedenler de zayıf. Yorgunluktan biraz dinlenmek isterler ancak donmaktan çok korkarlar, sevdiklerine kavuşamamaktan tedirgin olurlar. Birbirlerine destek olup az daha gayret ederler tepeye varırlar. Ama her taraf kar, kar göbeklerine kadar çıkıyor, sisten nereye gideceklerini bilemiyorlar, yollarını kaybediyorlar. Birbirlerini görmekte zorlanıyorlar ve birbirlerine seslenerek bir çam ağacının altında az dinlenelim diyorlar. Bir taraftan da kötü akıbeti düşünmeden de edemiyorlar ve birbirlerinden helallik istemeyi de ihmal etmiyorlar. Ve bu olaydan yüzyıllar sonra olan, Aralık-1914 senesinde Sarıkamış Allahüekber Dağları’nda, beyaz örtünün altında şehit verdiğimiz 90 bin Mehmetçiğimiz gibi, Vadinin yedi hacısı da derin bir uykuya dalarak şehit olurlar. O dönemde telefon gibi her hangi bir haberleşme cihazı da yok. Ne köylülerin onların geldiğinden bir haberi var, ne de şehit olan hacıların köylülerden bir haberi var. Soran eden olmaz onları… Ashab-ı Kehf’in hayatları onları çok etkilemişti, onların huzurunda onlar gibi olmayı ve günahsız olarak cennete gitmeyi arzulamışlar ve dua etmişlerdi. Tesadüftür, Ashab-ı Kehf gibi onlarda yedi kişilerdi ve onlar gibi yan yana uykuya dalmışlardı. Belki de ettikleri dualar kabul olmuştu. Kutsal şehirler Mekke ve Medine’de yaptıkları dualar kabul oldu; Yeniden günah işlemeden ve şehitlik mertebesine nail olarak Peygamber Efendimize komşu oldular.
Olayın üzerinden bir hafta geçtikten sonra havalar düzelip, karlar eriyince, oradan geçen bir yolcu, yol kenarında cesetleri görür ve köylülere haber verir. Köylüler gelir bakarlar önce donmuş cesetleri tanıyamazlar. Sonra güneşin etkisiyle buzlar biraz çözülünce, yaklaşık sekiz ay önce gözyaşları içerisinde hacca yolladıkları arkadaşlarının, akrabalarının cesetleri olduğunu görürler. Bu durum karşısında bütün vadi gözyaşlarına boğulur, üzüntüden ne yapacaklarını şaşırırlar. Kötü haber tez yayılır misali vadideki ve civardaki tüm köylüler toplanıp gelirler. Farklı farklı köylerden olan bu yedi hacıyı, kader arkadaşlarını ayırmayalım derler. Uyudukları, şehit oldukları tepeye hepsini yan yana defnederler. Bu acı olay unutulmaz, yıllarca hüznü yaşanır.
Ve bu tepe veya boğaz artık tanımlanırken, tarif edilirken hacıların olduğu yer, hacı beleni diye söylenir gelir. Nesilden nesile aktarılan bu isim, bu kervan yolundaki yolculuklarda “Hacı Beleni” olarak tarihe kazınmıştır. Onlar şehit olup, istediklerine kavuşup, vuslatlarına ermişlerdir. Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun, ruhları şad, makamları âlî olsun.
Son olarak şunları ifade etmek istiyorum: Bu yazıyı kaleme alırken, yaptığım araştırmalara destek veren, Malan Nahiyesinin on iki köyünün ilk üniversite mezunu Yeminli Mali Müşavir Sayın Mevlüt Güven’e çok teşekkür ediyorum. Yazıda anlattığım yedi hacı da Malan Koyağındaki farklı köylerden ancak hangi köylerden ve hangi aileden oldukları bilinmiyor. Alanya Tarihini yazan, İbrahim Hakkı Konyalı’nın, “Alâiye” ve Yrd. Doç. Dr. Selim Hilmi Özkan’ın “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e GÜNDOĞMUŞ” adlı eserlerinde; Fatih Sultan Mehmet’in Alâiye’nin fethi için Gedik Ahmet Paşa komutasındaki orduyu Alâiye’ye göndermesiyle 1471 yılında Alâiye ve çevresi yani Gündoğmuş da dahil fethedilerek Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altına girdiği belirtilmiştir.
Osmanlı Devleti, her yeni fethin sonucunda, topraklarına kattığı yerlerde “il yazıcıları” vasıtasıyla, “tahrir” adı verilen bir kayıt sistemi uygulamıştır. Ortalama beş yılda bir yapılan bu tahrir ile bir bölgedeki bütün şehir, köy ve mezralarla, konar-göçerler kayıt altına alınırdı. Bugün bütün dünyadan Osmanlı tarihini araştırmak için gelen bilim adamlarının merakla inceledikleri en güvenli Osmanlı tarihi kaynağı olarak kabul ettikleri Tahrir Defterleri, bütün Anadolu ve Rumeli topraklarında uygulanmıştır. 15. Yüzyıldan itibaren tahrir defterleri, 19. Yüzyıldan itibaren de Temettüât Defterleri tutulmuştur. “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e GÜNDOĞMUŞ” adlı eserde, Osmanlı arşivlerinde 1475 yılına ait tahrir kayıtlarının bilgilerinin mevcut olduğu görülmektedir. İbrahim Hakkı Konyalı’nın “Alâiye” adlı eserinde ise 1522 yılında il yazıcılarının Alanya ile ilgili tuttukları kayıtlar bulunmaktadır.
Sayın Mevlüt Güven’le eldeki veriler ışığında ve arşiv kayıtlarına göre yaptığımız değerlendirmede: Hacıların şehit olduğu bu hazin ve elim olayın, Alâiye’nin Osmanlı hakimiyeti altına girdiği 1471 yılından önceki yıllarda olduğunu yorumladık. Eğer sonra olmuş olsaydı, olayın mutlaka kayıtlara geçeceğini veya menkıbe olarak hacıların hangi köy ve aileden olduklarının anlatılageleceğini düşündük. Burada Osmanlı’dan önce Alâiye’de yönetim, 1400’lü yıllarda ve bilhassa beylikler döneminde birçok defa el değiştirmiştir. Dolayısıyla, yaşanan olayların kayıt dışı kalacağını yorumladık. Bu üzücü olayın 1450-1470 yılları arasında olduğu kanaatine vardık.
Ayrıca Hacı Beleninin ve orada bulunan mezarların fotoğrafını çekip, bana ulaştıran su tesisatçısı Sayın Mustafa Kölüş’e de şükranlarımı sunuyorum.
Kanyakça:
KONYALI, İbrahim Hakkı, Alâiye, İstanbul,1946.
ÖZKAN, Selim Hilmi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Gündoğmuş, Alanya, 2011.
PALA, İskender, Kervan, Kapı yayınları, İstanbul, Ocak 2021.