Ülke adını bilmeden şehirle anılan özellikleri daha önce hatırlıyoruz artık. Öyle bir hal aldı ki artık, ülkeden çok şehirler ön plana çıkabiliyor. Milano’da modanın kalbi atarken, âşıkların kalbi romantizmin şehri Paris’te atıyor. Sinema tutkunları Cannes film festivalini dört gözle bekliyor. Türkiye’nin adını bilmeyen yabancılar, İstanbul denildiğinde boğaz, şiş kebap, dansöz, rakı diye anlatmaya başlıyor gülümseyerek.
Farklı bölgelerde, farklı şehirler başka algı yaratıyor aynı ülkenin içinde. İklim, kültürel yaşamlar, sosyal yaşam tarzları her şehirde farklılık halinde. Her şehrin ön plana çıkan yönü başka dönüp baktığımızda. Haliyle ülke için genel bir fikir oluşturmak zorlaşıyor zihinlerde. Nerede duyduk ki tatile giderken Fransa’ya, İtalya’ya gidiyoruz diyenleri? Paris’e, New York’a, Venedik’e gidiyorum demeyi tercih ediyor herkes. Ülkelerin yanında markalaşan şehirler varken, ülkelerin şehirlere destek olması gerekli.
Alanya denince aklılarla İstanbul gibi şiş kebap, boğaz, gelmiyor tabi. Deniz güneş kum geliyor, tarih geliyor, eğlence geliyor. Nasıl Eiffel Kulesi’ni görmese de herkes gözünde canlandırabiliyor, neden Alanya ismini duyanlar Kale ya da Kızıl Kuleyi canlandıramıyor ki gözünde?
Markalaşmak oldukça uzun süreli olmakla kalmaya ciddi emek, sabır ve yatırım gerektiren bir süreç. Önce özel, güzel ve farklı yönlerin bilincinde olmak, bunları fark edebilmek lazım. Yeterli mi derseniz yetersiz. Bunları doğru bir dille doğru şekillerde anlatmak aktarmak gerekir. Daha da önemlisi aktarılan farklı yönleri gerçek hayatta da yansıtmak yaşamak gerekir ki yaratılan algı güçlensin.
Şehirlere ait marka imajı yaratmak tamamen elimizde o kadar kolay bir süreç değildir. Bu yüzden bilinçli ve stratejik yaklaşmak gerekir ki markalaşma sağlansın. Bir şehri bir ürün gibi paketlemek ve reklamla algı yaratmak mümkün değildir. Bu yüzden şehri satmak mümkün olmaz. Dünyanın neresinde “İstanbul kebap şehri hadi kebap yemeye gelelim” diyen bir reklam görülmüştür? Alanya için de “Hadi gelin, deniz güneş kumun keyfini çıkarın” diyen bir reklamla şehri anlatmak mümkün olmaz. Alanya’daki yaşamı göstermek gerekir. Geçtiğimiz günlerde bir dizide anlatılan Alanya, ülke çapında sosyal medya ve basında yer aldı. Böylece Alanya dışında yaşayan insanlar Alanya’nın doğal güzelliklerini, tarihi güzelliklerini görme ve nasıl deneyimlendiğini inceleme fırsatı buldu.
Bazen filmlerle, romanlarla, müzikallerle veya şarkılarla anlatıldı şehirler. Bu tek bir kare değil, uzun süreçler sonucunda gerçekleşti. Ülkemizde gelişmiş bir tekstil sektörü varken aklılarla Milano geliyorsa bunun nedeni öğretilen algılarla oldu. Ayrıca uluslar arası yapılan moda defileleri, dünyaca yaygın moda dergilerinin yansıttığı algılarla moda konusunda dünyada ilk akla gelen marka şehir olmayı başardı. Dünya çapında rekabette yüzleşilen zorluklar göz önünde bulununca bu yansımalar olmadan ne yaparız, dünyada nasıl var oluruz sorusunda genelde en kolaya kaçmayı seçiyor şehirler.
Alanya neyi seçiyor diye sorarsak, aklınıza ne gelir? Yıllardır dönemsel ülke ve bölgelere yönelerek onların tercihlerine göre şekillendirilmiş bir imaj ve en ufak bir krizde ne yapacağını bilemeyince fiyat kırmayı seçmek. Yani işin en kolayına küçük bir kaçış. Vizyon sahibi olmak yerine kısa süreli çözüm peşinde olunca da marka şehir olma fikri bütün güzelliklerine, bir marka için olabilecek her özelliğe sahip olmasına rağmen uzakta kalıyor. Tabii uzun vade düşünmeden ucuz fiyatla oluşacak kalite algısını hesaba katmadan, yani günü kurtarmalık geçici pansumanlar. Karlılık seviyesi zaten belli, nasıl düştüğünü anlatmak benim işim değil. Ama zamanla “her şey dâhil ucuz şehir” algısı dünyaya yayılarak, kalite konusunda bir soru işareti yaratıldığı bir gerçek.
Unutmamak lazım ki dünyanın hiçbir yerinde marka şehirler düşük fiyatlar sonucunda var olmuyor.