Dr. Orhan Karaoğlu - Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Rusya Devlet Başkanı, sadece Minsk Barış Sürecini başarısızlığa uğratmakla kalmıyor, Soğuk Savaşı geri getiriyor. Ukrayna'da krizi geleceğin dünya düzeni için bizlere ipucu veriyor.

Şimdi Ukrayna ile -kimilerine göre beklenmedik bir şekilde, kimilerine göre ise beklenildiği gibi- uzun zamandır korkulan savaş başladı. Batı'daki bölünme, son Münih Güvenlik Konferansı'nda da iyice ortaya çıkmıştı. Amerikalılar savaş olacak derken Avrupalılar aksini iddia ederek Putin’in bunu yapmayacağını, hepsinin sadece taktik olduğunu vurgulamışlardı. Avrupa Putin'in sağduyusuna, Amerikalılar ise kendi sağduyularına güvendi.


Putin'in 21 Şubat 2022’de Avrupa'yı savaşın eşiğine getiren tarihi konuşması, Batı'yı küçümsemeyle, Rusya'nın geçmişteki büyüklüğünden duyduğu incinmiş gururla ve Putin'in Rusya'nın tarihi olarak hak ettiğine inandığı şeyi geri almaya yönelik kelimelerle doluydu. Putin'in yüzündeki ifadeden, iddia ettiği adaletsizlikten duyduğu öfke okunabiliyordu. Tarihi Rusya'yı bir arada tutmadığı için Lenin bile nasibini aldı. Bu açıklama ile birlikte Putin’in Haziran 2019’da Financial Times’ın Genel Yayın Yönetmeni’ne verdiği bir mülakatta, Trump’ı överek ve Merkel’i ise eleştirerek şöyle söylüyordu: “Liberal fikir artık çağ dışı kaldı. Halkın ezici çoğunluğunun çıkarlarıyla ihtilafa girdi.” demesi de bir hatırlanmalı.

1989'da Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya'yı iyi bir komşu olarak Avrupa'ya yakınlaştırmak için özellikle Almanya'nın yıllarca süren çabaları da böylece başarısız oldu. Bugünün siyasi enkazının temizlenmesi ve yeni bir Doğu politikası için zemin hazırlanması on yıllar alacaktır.

ABD ve AB, Moskova'nın bu hamlesine karşı yaptırımları duyurdu. Putin'in stratejik güç çabalarına kararlı ve etkili bir şekilde karşı koymak istiyorsa, Batı'nın zaten başka seçeneği yok gibi görünüyor. Kremlin patronu, verdiği güvencelerin aksine sadece Ukrayna'nın çok uzak bir gelecekte öngörülen NATO'ya katılımını engellemekle ilgilenmiyor. Putin, Doğu Avrupa'daki ekonomik ve sosyopolitik dönüşüm sürecini durdurmak istiyor. Bununla birlikte Rusya ABD ile oturup yeni dünya düzeni oluşturabilmek talebinde ısrarcı görünüyor. Konu Donbas ve Luhansk’ın elde bulundurulmasının Kırım’ın güvenliği gözükse de büyük resimde Rusya’nın küresel politikalarda ABD ile Çin arasındaki rekabette yer kapma hamlesi mücadelesi yaşanıyor.
Ukrayna krizi, Alman ekonomisi için de bir dönüm noktası olabilir. Alman Merkez Bankasına göre Alman şirketleri Rusya'ya 24 milyar avrodan fazla yatırım yaptı. Somut ekonomik zarar, henüz öngörülemese bile can sıkacaktır ama bu değiştirilemez gibi duruyor.
Diğer yandan Çin bu gelişmeleri sessizce takip ediyor. NATO’nun ne yapacağı, Rusya’ya nasıl cevap vereceği ile yakından ilgileniyor. NATO’nun pasif bir durumda kalması, Çin’i de cesaretlendirebilir. NATO’nun ne yapacağı, Rusya’ya nasıl cevap vereceği ile yakından takipte.
Çinliler, ABD ve AB'nin Ukrayna'da ne yaptığına çok yakından izliyor ve bu durumun Tayvan için ne anlama geleceğine yönelik muhtemelen değerlendirme yapıyor. Dünyanın mikroçip üretiminin yüzde 60'ından fazlasını imal eden bir ülke olan Tayvan bağımsız kalacak mı, yoksa bir askeri işgal, ilhak yahut içeriden iyi organize edilmiş bir darbe mi olacak soruları sorulmaya başlandı bile. Çeşitli uzmanlar, Çinlilerin mantıklı olduğunu, bunu yapmayacaklarını söylüyor. Bunu zaman gösterecek. Rusya başarılı olursa Çin’in de bazı hamleler yapması muhtemel görünüyor. Bu hamleler de bize geleceğin dünya düzeni için ipucu verebilir. 
Son zamanlarda yaşanan gelişmelerin birçoğu Soğuk Savaşı hatırlatıyor. Ama bu döneme yeni bir kavram bulmak gerekiyor. Her ne kadar dünya Soğuk Savaş dönemi dünyası olmasa da ve farklı bir devir olsa da Soğuk Savaşın gerilimli dönemleri günümüzde de yaşanıyor. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Kazakistan’daki olaylar ve sonra Ukrayna’daki durum jeopolitik tansiyonu artırmaya başladı Marx'ın dediği gibi tarih iki kez tekerrür ediyor: önce trajedi, sonra komedi olarak.
Putin’in Çeçenistan’dan sonra 2008’de Gürcistan’a savaşındaki hamleleri, 2014’te Kırım’ı ilhak etmesi, 2015’te Suriye’ye Esad’a destek olmak üzere müdahaleye girişmesi, 2019’da paralı askerlerini Libya’ya göndermesi, 2021’de yine paralı askerlerini Sahra Altı Afrika’ya kaydırması ve Fransızları Mali ve Burkina Faso’da sıkıştırması, Belarus ve Kazakistan’daki hamleleri ve son olarak Ukrayna’nın doğu sınırındaki durum bir stratejiye dayanıyor.
Putin,19. yüzyılın jeopolitiğini yeniden canlandırılma hedefini izliyor. Tam olarak Moskova, NATO’nun bölgede kendi sınırlarında genişlemesini önlemeyi istiyor. Putin kendisine gelecekten bakıyor ve NATO’nun Rusya’nın burnunun dibine gelmesine izin vermiş bir lider olarak görünmek istemiyor. Bunun yanında Ukrayna’nın yavaş yavaş Batı’ya kayıyor olması, siyaseten Batı ile birlikte hareket ediyor olması ve günün birinde Ukrayna’nın güçlü bir askeri yapıya kavuşabilme ihtimali de Moskova’yı oldukça rahatsız ediyor. 
SSCB’nin dağılırken çekildiği topraklarda bıraktığı Rus nüfus bugün Putin için bir fırsat olarak görülüyor. SSCB’nin ardında kalan Rus-Slav demografisinin bulunduğu coğrafyaları yakından takip etmek önemli hale geliyor.
Nasıl ki Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri Almanya’yı köşeye sıkıştırıp küçük düşürdükleri yanılgısına kapıldıysa aynı şekilde soğuk savaş sonrasında Batı, SSCB’yi parçalara bölmeyi hedefledi. Bu durum Ruslar için unutulmaz bir yara olarak kaldı. Putin şimdi bu durumu tersine çevirmek istiyor. NATO’nun durumu, Afganistan’da yaşanan geri çekilme, Çin’in güçlenmesi, ABD içindeki sıkıntılar ve AB’nin durumu Putin için stratejik bir fırsat doğurmuş görünüyor. 
Bu krizde de gördük ki ABD, Avrupa Birliği şimdilik kapsamlı girişim üstlenmedi. Avrupa’nın, ABD’nin stratejik arzularını ve hedeflerini izlediği teyit ediliyor. Avrupa Birliği, politikalarını, tutumunu yeniden belirlemek için bu fırsatı değerlendirebilir ancak öncelikle ABD’yi izlemeden bölgedeki rolünü artırmaması gerekiyor. Bu durum gerçekleşirse yeni bir dünya düzeninin doğuşunu da hızlandırabilir.
Son olarak Ukrayna savaşı, Avrupa güvenlik ve enerji politikasında köklü değişikliklere gidilmesinin önünü açabilir. Bu durum Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini özellikle de enerji güvenliği bağlamında gelişip derinleşmesine kapı açabilir.