Tarihin köklerinden bugüne gelen ve gelecekte ışık gören Asenalar

Süregelen Türk tarihinde insan olarak Türk kadınının geçmişi, bugünü ve geleceği üzerine olan bu yazıyı Sayın Dr. Devlet Bahçeli Beyefendinin: “Kadın hakları denildiğinde insan hakları anlarız. Türk kadını kahramanlıklara imza atan, devlet-i ebed müddet, milleti-i ebed müddet anlayışına emek ve güç veren iradedir. 
Dünden bugüne, Türk kadınının omuzlarında vatanın yükü, boğazlarında cesaretin madalyaları vardır. Yılgınlığı elinin tersiyle iten, yıkılmışlığı reddeden kararlılık Türk kadınının hasletleri arasındadır.” Sözleriyle başlayarak asırlar öncesinden başlayan geçmiş tarihimiz de  öncü olan ve günümüz biz Türk kadınlarının pusulası olan Türk kadınının ailenin direği olmanın yanı sıra erkeğe eşdeğer bir konumda ki durumları, sahip olduğu hasletleri ve öncü bazı kadınlarımıza değinilmiştir.

İlk Orhun Yazıtlarında bulunan verilerde kadının konumu çok önemlidir. Yazıtlarda hatun’un isminin kağanın ismiyle birlikte ifade edilmesi, kadının toplumda ki ve devlet yönetiminde ki yerinin çok önemli olduğunu gösterir. Orhun Yazıtlarında dini-mitolojik bir kimlikle de kadın öne çıkmaktadır.

Oğuz Kaan destanında 8. Yüzyılda kadınların oldukça öncül olduğu, Türk’lerin tüm alanlarda çokça değerde bulunduğu, ata binen, kılıç kuşanan, oldukça iyi savaşçı olan kadınların bilgileri bulunmaktadır. 8. Yüzyıldaki Oğuz Kaan destanındaki Abidelerde tespit edildiği üzere aslında kadın, erkek ayrımı olmadığını, cinsiyete göre olmayıp kadının (insan olarak) direk erkekle birlikte çok iyi savaşabildiği, çok iyi mücadele edebildiği ifade edilmektedir. 8. Yüzyılda ki Türk toplumlarında kadın, erkek ayrımına dair hiçbir bulgu bulunmamaktadır.
Ünlü Korkut Ata destanında Banu Çiçek Hatun’unun öne çıktığı görülmektedir. Bu destanda yakın toplulukların dahi Banu Çiçek Hatun’un ancak kabulünü alarak ziyarette bulundukları bilinmektedir.

Anıtlarda ve tüm destanlarda Hatun kişinin mutlaka Hakan’ın solunda bulunduğu ve karar verilirken mutlaka Hatun’a dönülüp karar verildiği, mutlaka onayı alındığına dair bilhassa belirtilmiştir. Büyük Hun İmparatorluğu döneminde Tanrı Kut Mete Han’ın Çin’le gerçekleştirdiği barış anlaşmasını Hatun kişi imzalamıştır. O dönemdeki çok mühim verilerden biridir. 

Yine çok belirgin olarak görülen, İbni Batuta Yazıtlarında Kıpçaklarla alakalı kadınlar hakkında çok mükemmel veriler bulunmaktadır. Bu Yazıtta gerçekleştirilen bir seyahat esnasında Hatun kişiyi mutlaka önünde 20 tane yaşlı atlı, arkasında da 50 tane genç atlı takip ettiği belirtiliyor. Burada sembol olarak biz yaşlılarımızın izini takip eder tavsiyelerini alırız, gençlerde bizim izimizi takip etmektedirler, diye kadının burada öncül olduğu, bunun yanında takip edilen olduğu ve dahası eğitim alan ve veren konumda olduğu belirtilmektedir.

İtalyan bir gezgin olan ve 13. Yüzyılda yaşamış bulunan Marco Polo’nun Yazıtlarında tespit edilen verilerde Türk kadını gibi bir kadın yoktur ata biniyor, bunun yanında aileyi koruyor, daha da ötesi dış diplomaside, dış ilişkilerde siyaseti de yönetiyor, bu kadar cesur bir kadınla karşılaşmadığına dair ifade yazıları ve anısı bulunmaktadır.

Diğer toplumların çoğunda kadın aşağılanırken, Türklerde kadınlar en kutsal insan olarak görülmüştür. Türk kadını hem savaşmış, hem avcılık yapmış, hem evini bakmış, hem devlet yönetmiş ve her alanda her yerde söz sahibi olmuştur. Tüm Türk destanlarında ki veriler ışığında görülmektedir ki hep kadının kahramanlığına, savaşçılığına, öğrenen ve öğreticiliğine, güzelliğine atıf da bulunulmuş ve hiçbir şekilde erkekten daha aşağı bir insan olmadığı tespit edilmiştir. Kadın siyasette de erkekle birlikte eşdeğer durumdadır. Kadınlar hükümdarlık vekaletini elde etmiş, devlet meclisine girmeyi ve diplomatik görevleri elde etmiştir. Elçileri kabul etmiş ve görüşmüştür. Hukuksal konularda söz ve yetki kullanarak, o zamanın kanun niteliğinde bulunan emirnamelerde Han ve Hatun buyuruyor ki diye başlayıp, Han’ın ve Hatun’unun imzası ile bitmiyorsa o emirnamenin geçersiz olduğu bilinmektedir. 

İlerleyen dönemlere baktığımızda kadının bu ayrıcalıklı statüsünü yitirdiğini, öncül konumundan ötelenip, ikincil plana itildiği üzülerek görülmektedir. Bu durum ta ki Cumhuriyet dönemi kadınlarının uğraşları ve Ulu Önder İlk Başbuğumuz, Atatürk’ün gösterdiği çabaya kadar sürmüştür.

Tanzimat döneminde 1839,1876 aile kararnamesiyle bazı adımlar ile bir süreç başlamıştır. 1905, 1908’de Osmanlı kadın hareketi zirveye gelmiş ve Anadolu’nun farklı farklı yerlerinde günlük gazete çıkaran kadınlar kendini göstermiştir. Dünya da olduğu gibi savaş güçsüzleri daha da güçsüzleştirmiş ve 1. Dünya savaşı kadınların bu mücadelesinin ilerlemesini engel olmuş ve cepheye katılan kadınlarımız olmuştur. 

1920’de Türk kadınlar birliğinin öncülüğünde ve savaş koşullarında 20, 25 bin imzalı kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması amacı ile bir kampanya mücadelesi verilmiştir. Cumhuriyetin ilk anayasası olan 1924 anayasasında kadınların siyasal haklarına yönelik meclis de çok önemli tartışmalar yaşanmış ve kadınlara eşit hakların verilmesi reddedilmiştir. Gerekçe olarak kadınların vatandaş olmadığı öne sürülmüş ve vatandaş olmadığı için seçme ve seçilme hakkı verilemeyeceği ileri sürülmüştür. 

Milli mücadele yıllarımızda, Türk kadınının erkeklerle birlikte kurtuluş mücadelesinde bulunduğu hem cephede hem mitinglerde hem düzenledikleri protestolarla siyasi faaliyetlerle mücadelede bulundukları görülmektedir.1926’da Medeni kanun çıkmıştır. Lakin bu kanun kadınların siyasetteki varlığını gerçekleştirmesi için yeterli olmamıştır ve devamında bir dizi atılımlara ihtiyaç duyulmuştur. Atatürk sayesinde kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılımları amacıyla birçok değişiklikte bulunulmuş ve 1930’da belediye seçimlerine katılma, 1933 yılında muhtar seçimi ve ihtiyar heyeti, köy heyetine katılma gerçekleşmiştir. 

Kadınların siyaset yapma isteklerini açıktan dillendiremediği mücadelelerinde Afet İnan devreye girmiştir. En sonunda 1934’de bir gece Atatürk ( Afet İnan’ı uykudan kaldırır ve İsmet Paşa yarın ne yapıp edip yarın bunu meclisten geçireceğini) söyler ve 1924 Teşkilatı Esasi kanunun 10. ve 11. Maddelerinin değiştirilmesi için sabaha kadar Mustafa Kemal Atatürk, İsmet Paşa’ya ikna eder ve 191 milletvekili ile kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesi kabul ettirilir. O süreç içerisinde gerçekleştirilen büyük bir başarı olup 5 Aralık 1934 tarihinde birçok Avrupa ülkesinden önce kadınlar Milletvekili seçilme hakkına sahip olmuşlardır. 

1935’de Meclis de Kadın Milletvekili oranı %4,5 olup 18 kişi iken, bugün geldiğimiz nokta 2023 ve Cumhuriyetin 100. yılında ise Kadın Milletvekili oranı %20.1 olup 121 kişi ile meclisin beşte birine tekabül etmekte olup İlk Başbuğumuz Atatürk’ün “Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şeyi kadın ve erkek olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır. İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı olduğumuz zannettiğimiz şeyler yoktur. TÜRK SOSYAL HAYATINDA KADINLAR İLİM, KÜLTÜR VE DİĞER HUSUSLARDA ERKEKLERDEN KATİYYEN GERİ KALMAMIŞLARDIR. Belki daha ileriye gitmişlerdir.” Sözleri bize geçmişimiz den, bugüne ve geleceğimize ışık vermektedir.

Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’nde: “Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır.” Sözleriyle insan olan kadın ve erkeğin birbirlerini tamamlayan, Yüce Yaradan’ın yarattığı üstün varlıklar olduğu akıl edilmektedir.
Sayın Alparslan Türkeş’in: “Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir güçleri tarafından esaret altına alınırlar. Böyle bir toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir.” Sözleri ile engin bilgi ve tecrübesiyle bizlere tavsiyede bulunmuştur. Bizler de Sayın Alparslan Türkeş’in açtığı yoldan ve Türkmen Beyi Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin izinden ayrılmadan DEVLETİMİZİ SAHİP ÇIKMA noktasın da, biz inanmış evlatlarına Cennet  Mekan Sayın Alparslan Türkeş’in: “Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek ve geceli, gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür.” Sözünü şiar edinerek kadınımızla erkeğimizle, yaşlımızla gencimizle birlik bütünlük içinde, köklerimizden gelen Türk Töresiyle kurduğumuz bu TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ korumak için “Doğa severlik, Kadın Hakları, Erdemlilik, Adalet, Etik anlayış, Özgürlük, İnanç, Yönetim şekli, Kültür, Eğitim, Antlaşma ve Söz vermek” gibi Türk Töre Kurallarını içindeki bulunduğumuz çağdaki en üst konumda olacak şekilde dikkate almamız gerekmektedir.

Burada Türk Töre Kuralları içinde AİLE kurumunu incelediğimizde, birey dünya ya kadın ve erkekten oluşan bir aile vasıtası ile birey olarak dünya ya geliyor ve bir aile ile yetiştiriliyor. Toplumda tüm bu bireylerden dolaylı olarak oluşan kocaman bir ailedir. Karar Mercilerinde, Devlet Yönetimlerinde ve Meclis’de ki yetki alan bireyler de bir aile konumundadır. Mesele günümüz çağında Kadın Hakları meselesi değildir. 

Mesele İnsan Hakları meselesidir. Bilhassa çağımızda tüm bu ve gerekli alanlarda Kadın ve Erkeğin EŞİT olma zorunluluğu gözükmektedir. Çünkü İnsan Hakları söz konusudur. Aile olarak her alanda temellerimizden başlayarak ilelebet bu duruşumuzu sürdürdüğümüzde, Milletimiz üzerinde yabancı kuvvetlerin öncelikli olarak manevi ve fikir güçleri tarafından (LGBT faaliyet ve birliktelikleri, UYUŞTURUCU, DARBE fikrine hizmet eden girişimler) vb. yer edinip yuvalanmalarına fırsat verilmeyecektir. Aile bütünlüğü içinde Türk İnsanı olarak her bireyin birbirine üstün vasıflarıyla tamamlayarak, vazgeçilmez Ülkü’müz TURAN’LA, Hedef Kızıl Elma’yı gerçekleştirmek inancıyla açılmış olan bu yolda ilerleyerek, özünde sahip olduğu bu potansiyelle gerçekleştirme gücüne sahiptir.