Yetişkin eğitimi ve hayat boyu öğrenme temalı, AB projesi kapsamında gittiğimiz İspanya'nın Endülüs bölgesindeki, Almansa kentinde düzenlenen, tarih kokan ve tarihi canlandıran festival gösterisinde, gerçeği aratmayacak şekilde at üzerinde, gerçek savaşçıların, gladyatörlerin kılıç salladığı mizansen gösteriden etkilenmemek elde değildi. Gerçekten uzun zaman içerisinde, emek verilerek hazırlanmış harikulade bir gösteri sunmuslardı. Gösteride dikkatimi çeken diğer bir konuda; Tarihi olayları hiç çarpıtmadan izleyicilere yansıtmaları idi. Önce Endülüs'ün kurucuları, Tarık bin Ziyad'ın askerleri, müslüman Araplar güneyden gelerek, eşsiz savaşçılıkları ve kuvvetleri ile hristiyanları bozguna uğratıyorlar ve İber yarımadasında yaklaşık 8 yüz yıl hüküm süren ilimde, fen de Rönesans'ın temellerine ışık tutacak eserler bırakan bir devlet, bir medeniyet kuruyorlar. Ancak daha sonra, Hristiyanların da kışkırtmaları ile Endülüsler kendi içinde kişisel kavgalara tutuşup zayıf düşünce Kastilla kraliçesi Isabella ile Aragon Kralı II.Ferdinand işbirliği yaparak ve bir takım hilelerle Endülüs devletini tarih sahnesinden siliyorlar.
Festival gösterisinin temasında; Müslümanların mertliği ve savaşcılıgı işlenirken, Hristiyanların hile yaparak, müslüman askerleri kumpasa düşürdüklerini aynen görmek, doğrusu beni çok etkilemişti. Tarihi olayı çarpıtmadan hem hezimetlerini, hem de hile yaparak galip gelmelerini seyirciye tüm çıplaklığı ile yansıtmışlardı.
Hristiyanlar, kaleyi tekrar ele geçirmek için gizli bir strateji geliştiriyorlar. Kale kapısı müslüman askerler tarafından korunurken, kale kapısına yakın bir mesafede yürüyen, hamile süsü verilmis bir kadın aniden rahatsızlanarak yere düşünüyor. Çevresindekiler kadını kurtarmak icin, feryatlar içerisinde nöbetçi askerlerden de yardım istiyorlar. Kendi inancından olmasa bile, hasta düşmüş bir kadına yardım etmenin insanlık görevi olduğunu bilen askerler kale kapısındaki nöbet yerlerini terk ederek yardıma koşuyorlar. Bunu fırsat bilen önceden hazırlanmış ve gizlenmiş hristiyan güçler plandiklari şekilde, kale kapısından içeri girerek kaleyi müslümanların egemenliğinden geri alıyorlar. Burada müslümanları iyi analiz ettikleri, müslümanların zorda kalmışlara, hele bu kadın olunca can siperane yardıma koşacaklarını hesap ediyorlar ve bunda yanılmadıklarını görüyorlar.
Biz ise, buna benzer gerceklestirdigimiz etkinliklerde zaferlerimizi göstermeyi ve anlatmayı daha çok yeğleriz. Mağlubiyetlerimizi konuşmayı ve sunmayı da pek sevmeyiz.
Hal böyle iken, konu Endülüsten açılmışken tarihe mal olmus bir kesiti de anlatmakta fayda görüyorum; Endülüs'ün parçalanıp, ayrı ayrı kardeşlerin yönettiği birçok şehir devletine bölünmesiden sonra, kışkırtmalarla birbirlerine düşmeleri ve savasmaları nedeniyle zayıf düşmeleri sonucunda, hristiyanlar tarafından birer birer ortadan kaldırılıyorlar. Ancak bundan da bir ders almıyorlar. Son olarak Gırnata Emirligi diye küçük bir devletçik kalıyor. Isabella ve Ferdinand, Gırnata Emiri Ebu Abdullah Muhammed'e savaş ilan ediyorlar ve elçi göndererek; ya savaş, ya da kan dökmeden şehri teslim edip, terk etmesini istiyorlar. Zaten yıllardır gelen tehlikeye karşı, kulaklarını tıkayan ve debdebe içinde saltanat süren Ebu Abdullah Muhammed son olarak kılıcını kuşanıp savaşmayı da göze alamıyor. Ve verilen ültimatom çerçevesinde, sürenin dolmasıyla, saray olarak kullandığı El Hamra Sarayını, başta annesi olmak üzere yakın akrabalarını da mahiyetine alarak hükümdarlığını yaptığı şehri terk ediyor. Bir ikindi vakti, Gırnata şehrinin artık gözden kaybolacağı bir tepenin ufuk noktasına vardığı zaman, yıllarca saltanat sürdüğü ve yad ellere bıraktığı şehre dönüp bakmaktan kendini alıkoyamıyor. Ve geri dönüp baktığında; Altın kaplamalı El Hamra Sarayının kubbesinin üzerine vuran ikindi güneşinin şâşasıyla, altın yaldızlı parladığını görüyor ve kendini tutamıyor. Hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Ve bunu gören Annesi tarihe mal olan şu sözü söylüyor; "Ağla evladım ağla, erkekler gibi mertçe mücadele etmedin, şimdi sana böyle alçakça ağlamak yaraşır" diyor. Bu durum karşısında Ebu Abdullah Muhammed; "Keşke annemden bu sözü işiteceğime, tek başıma da olsa kılıcımı kuşanıp şehit olsaydım" diye feryad-ı figan ediyor ama iş işten geçiyor. Şimdi turistik gezilerde o tepe "Arabın ahh ettiği tepe" diye anılıyor.